ÖNCE İNSAN OLMAK, AMA NASIL?
Canan GÜNGÖR
Köşe Yazarı

ÖNCE İNSAN OLMAK, AMA NASIL?

ÖNCE İNSAN OLMAK, AMA NASIL?

ÖNCE İNSAN OLMAK, AMA NASIL?

Diogenes’e göre insan olabilmenin koşulu şudur; İçinde bulunduğu toplumun doğrularını sorgulayarak, ön kabullerden kendini kurtaran insan özgürdür ve o gerçek insandır. Ancak benim de bir parçası olduğum sağlık camiasının üyelerini düşündüğümde gerçek insan olmanın ön koşulu gibi olan özgürlükten ne kadar uzak olduğumuzu görüyorum.  Sağlık hizmetlerinin piyasalaştığı, çalışma koşullarının giderek zorlaştığı, insan onuruna yakışmayan çalışma koşullarının dayatıldığı sağlık çalışanları kendi emekleri reklam olarak kullanılmasına rağmen özgürce konuşamamakta, haksızlıklar karşısında susmakta ve sistemin yanlışlarını gösteren az sayıda özgürleşmiş insana dahi sahip çıkamamaktadır. Peki onları doğruyu savunmaktan, söylemekten alıkoyan nedir?

Bu sorunun belki de yeryüzünde yaşayan insan sayısı kadar bir karşılığı vardır. Ancak, gördüğüm kadarıyla en genel anlamda, kendilerinin bile tam olarak algılayamadıkları bazı duygulara ve hırslara olan teslimiyetleridir. Bunları ise, korku, menfaat, hırs, duyarsızlık, kurnazlık, vurdumduymazlık, adamsendecilik vb. şekillerde açıklayabiliriz.

Mevcut çalışma koşullarında kime sorsanız bin ah işitirsiniz. Çok çalışıyordur, az kazanıyordur. Almış olduğu eğitimin, yapmış olduğu hizmetin asla karşılığını almıyordur. Nedenini sorgulaması ya da en azından farkındalığı var mıdır diye ufkunu açmaya çalıştığınızda, içinde bulunduğu duruma sebep olan faktörlerden uzaklaşmasını istediğinizde bahaneler bulmaya çalıştığını görürsün. Ekonomik olarak yaşadığı en büyük sorun mesela yetkili sendikadır, ancak istifa edemez. Neden mi? Yerim değişir diye korkar, idareyle arası bozulur diye korkar, işimden olursam diye korkar. Oysa bunların hiçbirinin doğru olmadığını ve bahaneler ürettiğini kendisi de bilir ancak dik duramaz.

   Bir başka grup ise menfaat temin edenlerdir. Mevcut sistem içinde rüzgâr nereden esiyorsa oraya yerleşen bu grup, dünya yansa dönüp bakmaz. Rahat yerde çalışma, hafta sonları, bayram ve resmi tatil günlerinde nöbete gitmeme, masa başı görevlerde çalışma gibi pozisyonları çok sever ve kimseye bırakmak istemezler. Bu grup menfaatlerine saldırı hissettiğinde en tehlikeli saldırganlıkları sergileyebilir. Tehdit olarak gördüğü kişiyi provokatör olarak damgalamak, insanları doğruları söyleyen ve savunanlara karşı doldurmak ve hatta  kaleme aldığı metni çalışma arkadaşlarına dağıtarak imzalamalarını dahi isteyebilir. Tüm bunları yaparken tek amacı vardır. O da kendi ali menfaatini koruyabilmektir.

   Hırsı ise, genelde liyakatten fakir olan yönetim kadrolarında görebilirsiniz. Bu kişiler, mevcut işgal ettikleri pozisyonu aslında boşu boşuna işgal ettiklerini bilirler. Ancak onların gerek eğitim gerek ise liyakat fakirliğinden dolayı kendilerini huzursuz eden bir azınlık psikolojileri vardır. Bu yüzdendir ki, kendi iş bilmezlikleri belli olmasın diye yanlarında aslında o işi yapmaya layık kişiler bulundurmaya gayret ederler. Ederler ancak asla yetki vermezler, zira son söz hep onların olmalıdır. Bu durum devam ede dursun koltuğu bırakmama hırsıyla her şeyi yapabilirler. Onlar için temsilcisi oldukları meslek grubunun bir önemi yoktur çünkü onlar kendi makamının yanında kullanılan araçlardır. Bu yüzden çalışma koşulları, asgari nöbet sayısı, mevzuatın emrettiği kuralların uygulanması ve bunların düzenlenmesini isteyenlere düşmandırlar. Üstlerine yaranmak için her türlü iltifat içeren davranışlarda bulunarak yerlerini garanti altına almaya çalışırlar ve bunu yaparken utanmazlar.

   Kurnazları da kolayca tanıyabilirsiniz. Bu grup genelde hak etmediği bir başka grubunun haklarını, o meslek grubundan daha iyi koşullarda kullanan gruptur. Öyle kaptırır ki, kendini bir müddet sonra ne olduğunu kendi de unutur. Üstlerine laf taşımak, iltifatta bulunmak, mükellef ikramlar sergilemek yaptıkları en iyi işlerin başında gelmektedir. Kendilerini herkese mütevazi, sevecen göstermeye yönelik maske takarlar. Ancak onların gerçek yüzünü sadece doğruları korkmadan söyleyebilenler görebilir. Bir başka özellikleri ise bulundukları konumu kaybetme korkularıdır. Bunu kamufle etmek için ise, o görev kendilerine zorla verilmiş ve hatır için yapıyorlarmış gibi davranış sergilemeleridir.

   Tüm bunlara ilaveten sağlık camiasında, bir de çok geniş seyirci kitlesi bulunmaktadır. Seyirciler, haklarının ellerinden nasıl alındığına, mevcut yöneticilerin çalışanlara nasıl mobbing uyguladığına, kendileri üzerinden kimlerin neler kazandığına, içinde bulundukları çalışma koşullarının giderek nasıl kötüleştiğine ve benzeri ahlaksızlıklara tanıklık ederler. Ancak ağızlarını açıp tek kelam etmezler. Bu kitlenin hedefi, kendilerine menfaat sağlayacağını düşündükleri kişilere kenarda, kuytuda gaz veren söylemlerde bulunmak, mümkünse cesur davranan hak savunucularıyla yan yana görünmemek ama yanındaymış gibi hissetmesini de sağlayarak geleceğine yatırım yapma çabalarıdır. Onlar seyir halinde iken, birilerinin kendi adlarına bir şeyler yapmasını, ellerini taşın altına sokmasını beklerler. O kişi kazanınca kendilerinin de kazanacağını bilirler. Aksi olursa eğer, zaten o kişi sorunludur ve onu tanımıyorlardır. Görünen o ki, günümüz koşullarında çoğunluğu oluşturan, korkak, menfaatçi, hırslı ve seyirci olarak pozisyon alan sağlık çalışanlarının çoğunluktan azınlığa doğru evrilmediği müddetçe özgürleşemeyeceğiz ve gerçek anlamda insan olamayacağız.

   Bu noktadan geri dönüşümüz ise, insanın mutlaka ve sadece kendi duyu organlarıyla edindiği tecrübelere ve kendi akıl ve muhakemesine güvenmesi ve onu aşan otoritelerden kendini özgürleştirmesi ile mümkün olacaktır.

Paylaş
Yükleniyor...